Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) infertiliteyi, çiftlerin en az bir yıl boyunca korunmasız ve düzenli cinsel ilişkiye rağmen gebeliğin gerçekleşmemesi olarak tanımlar. Bu süre sınırı, ilk yıl içinde kendiliğinden gerçekleşen gebeliklerin zamanla azalmasıyla ilişkilidir. Amerikan Reprodüktif Tıp Derneği (ASRM) ise infertilitenin bir hastalık olduğunu belirtir ve aşağıdaki kriterlere dayalı olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgular:
- Hastanın tıbbi, cinsel ve üreme geçmişine, yaşına, fiziksel bulgularına ve teşhis testlerine bağlı olarak başarılı bir gebeliğin sağlanamaması.
- Donör gametleri veya embriyolarının kullanımı dahil, başarılı bir gebelik için tıbbi müdahale gerekliliği.
- İnfertilite etiyolojisinin belirlenemediği durumlarda,
<35 yaş kadınlarda 12 ay, ≥35 yaş kadınlarda ise 6 ay korunmasız cinsel
ilişki sonrası değerlendirme yapılması.
DSÖ'nün 2023 raporuna
göre, dünya genelinde yetişkin nüfusunun yaklaşık %17,5'i infertilite sorunu
yaşamaktadır. Bu oran, yüksek gelirli ülkelerde %17,8, düşük ve orta
gelirli ülkelerde ise %16,5 olarak belirlenmiştir. Batı Pasifik Bölgesi'nde
infertilite prevalansı %23,2, Amerika Kıtası'nda %20, Avrupa'da %16,5,
Afrika'da %13,1 ve Doğu Akdeniz'de %10,7 olarak rapor edilmiştir.
İnfertilite (Kısırlık) Tanımı
İnfertilite, çiftlerin düzenli ve korunmasız cinsel ilişkiye
rağmen en az bir yıl boyunca gebelik elde edememesi durumudur. Kadınlarda
infertilite nedenleri arasında yumurtlama problemleri, fallop tüplerinin
tıkanıklığı ve rahimle ilgili sorunlar yer alırken, erkeklerde sperm sayısı ve
kalitesindeki düşüklükler başlıca nedenlerdir. İnfertilite, çiftlerin yaşam
kalitesini olumsuz etkileyebilir ve ciddi psikolojik, sosyal ve ekonomik
zorluklara yol açabilir.
İnfertilite (Kısırlık) Türleri
İnfertilite, primer ve sekonder olmak üzere iki ana
kategoriye ayrılır:
Primer İnfertilite
Primer infertilite, çiftin daha önce hiç gebelik yaşamamış
olması durumudur. Genellikle çiftin ilk çocuklarını doğal yollarla elde
edememesi anlamına gelir. Primer infertilite, çiftlerin yaklaşık %40'ında
görülmektedir.
Sekonder İnfertilite
Sekonder infertilite, çiftin daha önce en az bir gebelik
yaşamış olmasına rağmen yeniden gebelik elde edememesi durumudur. Önceki gebeliklerin
sonlanmış veya canlı doğumla sonuçlanmış olmasına bakılmaksızın meydana gelir.
Sekonder infertilite, çiftlerin yaklaşık %60'ında görülmektedir.
İnfertilitenin ( Kısırlığın) Etiyolojik Sınıflaması
İnfertilitenin nedenleri, erkek veya kadın kaynaklı
olabileceği gibi, bazen açıklanamayan faktörlere de dayanabilir. İnfertiliteye
yol açan sebepler şu şekilde sınıflandırılabilir:
- %23 erkek kaynaklı faktörler (erkeklerdeki üreme problemleri),
- %18 ovulatuvar disfonksiyon (kadınlarda yumurtlama bozuklukları),
- %14 tubal faktörler (fallop tüplerinin tıkanıklığı),
- %9 endometriozis (rahim içi dokunun rahim dışında büyümesi),
- %5 koital problemler (cinsel ilişki sorunları),
- %3 servikal faktörler (rahim ağzı ile ilgili problemler),
- %28 açıklanamayan nedenler (bilinmeyen nedenler).
Spontan gebe kalma olasılığını etkileyen üç ana neden şunlardır: uygun olmayan zamanda gebe kalma arzusu, kadının yaşı ve sağlık sorunlarına bağlı infertilite. Zaman içinde semen (meni) miktarında azalma, endokrin bozucu kimyasallar (hormon dengesini bozan maddeler) ve akrabalık gibi faktörler de infertiliteye yol açabilir.
Erkeklerde infertiliteye neden olan faktörler arasında varikosel (testislerdeki damarların genişlemesi), inmemiş testis (testislerin doğumdan sonra yerine inmemesi), hipospadias (idrar deliğinin penis ucunda olmaması), düşük testosteron seviyesi (erkeklik hormonunun düşük olması), testis iltihabı gibi yapısal ve hormonal bozukluklar, sperm yapısındaki değişiklikler, sperm sayısının azalması, düşük libido (cinsel isteksizlik) ve ereksiyon problemleri (sertleşme sorunları) yer alır.
Kadınlarda ise infertiliteye neden olan faktörler doğuştan gelen gelişimsel sorunlar, yumurtlama problemleri (anovulasyon), polikistik over sendromu (yumurtalıklarda çok sayıda kist oluşması), luteal faz yetmezliği (yumurtlamadan sonraki dönemde yetersiz progesteron hormonu salgılanması) gibi yumurtalık sorunları, rahim ve serviks ile ilgili problemler, fallop tüplerinin tıkanıklığı ve peritoneal faktörler (karın zarı ile ilgili sorunlar), vulva ve vajina ile ilgili sorunlar olarak sıralanabilir.
Yaşam Tarzı Faktörlerinin İnfertilite ve Tüp Bebek Tedavisine Olan Etkileri
İnsanların doğurganlığını etkileyen beslenme gibi değiştirilebilir yaşam tarzı faktörlerinin belirlenmesi, hem klinik hem de halk sağlığı açısından büyük önem taşır. Beslenmenin hem erkeklerde hem de kadınlarda üreme performansı ile ilişkili olabileceği giderek daha fazla kabul görmektedir, ancak üreme çağındaki çiftler için hala resmi bir kılavuz bulunmamaktadır. Sağlıklı ve sağlıksız beslenme tanımları net olmasa da, sağlıklı beslenmenin yardımcı üreme teknolojisi (örneğin tüp bebek tedavisi) uygulamalarında daha iyi doğurganlık sağladığı ve canlı doğum oranının daha yüksek olduğu bildirilmektedir.
Tüm çiftlere, doğal yolla gebe kalma veya yardımcı üreme teknolojisi kullanma şanslarını artırmak için tütün kullanımından kaçınmaları, alkol tüketimini sınırlamaları ve vücut kitle indeksinin (BKİ) 30 kg/m²'nin altında olmasını hedeflemeleri tavsiye edilmektedir. Tütün kullanımı (sigara içmek) ve aşırı alkol tüketimi, üreme sağlığını olumsuz etkileyebilir. Ayrıca, sağlıklı bir vücut ağırlığını korumak, hem erkeklerde hem de kadınlarda doğurganlığı artırabilir.
Vücut Ağırlığı ve İnfertilite (Kısırlık) İlişkisi
Obezite, doğurganlığı olumsuz etkileyen önemli bir faktördür ve tüp bebek tedavisi (IVF) gibi doğurganlık tedavilerine verilen yanıtı azaltabilir. Bu nedenle, aşırı kilolu bireylerin gebelik veya infertilite tedavilerinden önce kilo yönetimine dikkat etmeleri önerilmektedir. Ulusal Sağlık İstatistikleri Merkezi (NCHS) 2020 verilerine göre, ciddi obezite (vücut kitle indeksi, VKİ > 40 kg/m²) prevalansı kadınlarda (%11,5) erkeklere (%6,9) göre daha yüksektir. Obezitenin üreme sağlığı üzerindeki olumsuz etkisi giderek daha fazla kabul görmektedir. Obez kadınlarda canlı doğum oranı, normal kilodaki kadınlara kıyasla anlamlı derecede daha düşüktür. VKİ'si yüksek olan kadınlar (VKİ ≥ 40 kg/m²), tüp bebek veya intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) tedavisi ile gebe kaldıklarında düşük oranlarının artması nedeniyle canlı doğum oranlarında azalma görülmektedir.
Düşük kilolu kadınlarda (VKİ < 18,5 kg/m²) ise gebelik sonuçlarının olumsuz olduğu ve infertilite sorunlarının arttığı rapor edilmiştir. Düşük kilolu kadınların, ideal kilodaki kadınlara göre gebe kalma süresi dört kat daha uzun olabilmektedir. Düşük kilolu kadınlarda kronik enerji eksikliği, gonadotropin salgılayan hormon (GnRH) üretimini etkileyerek hipotalamus-hipofiz-gonadal eksenini baskılayabilir. GnRH salgısının baskılanması, gonadotropin hormonlarının (üreme hormonları) azalmasına, folikül gelişiminde gecikmeye ve gonadal steroid (cinsiyet hormonları) sentezinin baskılanmasına yol açabilir.
Yetersiz beslenme, gelişmiş ülkelerde yaygın olmamakla
birlikte, doğurganlık çağındaki kadınları etkileyen yeme bozukluklarında
görülebilir. Benzer şekilde, sporda göreceli enerji eksikliği (RED-S) durumu da
düşük enerji mevcudiyeti nedeniyle adet bozukluklarına ve anovülasyona
(yumurtlama olmaması) yol açabilir.
Beslenme ve İnfertilite (Kısırlık) İlişkisi
Birçok çalışma, yüksek oranda tam tahıl, tekli doymamış veya çoklu doymamış yağlar (sağlıklı yağlar), sebze, meyve, çevresel kirleticilere maruz kalmamış kırmızı et ve balık tüketiminin; antioksidanlar, folik asit, B12 vitamini, D vitamini, soya ve izoflavonlar gibi besinlerin alınmasının; alkol ve kafein tüketiminin azaltılmasının veya tamamen bırakılmasının hem kadınlarda hem de erkeklerde doğurganlığı artırabileceğini göstermiştir.
Yapılan prospektif kohort çalışmalarda, doğurganlık diyetini (fertility diet) uygulayan kadınlarda (bu diyet bitkisel protein içeriği, tam yağlı süt ürünleri, demir açısından zengin gıdalar ve sağlıklı yağlar içerirken, trans yağlar ve hayvansal proteinlerden fakirdir) yumurtlama bozukluklarına bağlı infertilite riski ve diğer nedenlere bağlı infertilite riski düşük bulunmuştur. Sağlıksız beslenme alışkanlıkları doğurganlık üzerinde olumsuz etki yaratmaktadır. Örneğin, düşük riski ve tekil gebelik yaşayan 5598 kadınla yapılan bir çalışmada, haftada dört kez veya daha fazla fast food tüketen kadınların ortalama gebelik süresi, haftada iki ila dört kez tüketenlere göre %11, hiç tüketmeyenlere göre ise %24 daha uzun bulunmuştur.
Akdeniz diyetinde, kabuklu yemişler ve balıklarda bulunan omega-3 yağ asitlerinin alımının artması, sperm üretimini olumlu yönde etkilemektedir. 2018 yılında yapılan bir çalışmada, Akdeniz diyetinin ceviz, fındık ve badem ile desteklenmesinin üreme çağındaki sağlıklı erkeklerde sperm kalitesini iyileştirdiği ve sperm DNA hasarını azalttığı tespit edilmiştir.
Vejetaryen diyetin sperm kalitesini korumadaki rolü ise tartışmalıdır. Sebzeler ve meyveler, sperm DNA hasarını azaltarak ve sperm hareketliliğini artırarak, sperm reaktif oksijen türleri (ROS) düzenleyicileri olarak hareket edebilen antioksidan moleküller açısından zengindir. Ancak bazı çalışmalar, vejetaryen diyetin sperm konsantrasyonu ve hareketliliğini azalttığını ifade etmektedir. Bu nedenle, beslenmedeki östrojenik bileşikler veya kimyasal kalıntılar dikkate alınmalıdır.
Yapılan bir meta-analizde vejetaryen beslenmenin doğurganlık üzerine etkisi incelenmiştir. Vejetaryen ve et tüketen bireyler arasında toplam sperm sayısı, toplam sperm hareketliliği, sperm morfolojisi (şekli) ve sperm konsantrasyonu açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Kadın cinsiyet hormonu profilleri üzerine yapılan çalışmalarda, et tüketen kadınlara kıyasla vejetaryen beslenen kadınlarda plazma östrojen düzeyinin düşük olduğu tespit edilmiştir.
İnfertil ve sağlıklı erkeklerle yapılan bir çalışmada, oral antioksidan tedavisi, beslenme tedavisi ve egzersiz gibi yaşam tarzı değişikliklerinin sperm DNA hasarı ve seminal oksidatif stres üzerindeki etkileri incelenmiştir. Yaşam tarzı anketi; sigara, alkol tüketimi, kafein alımı, beslenme, egzersiz, vücut ağırlığı, stres ve iş maruziyetini kapsayan sorulardan oluşmaktadır. Bu ankete göre en az 30 dakika günlük egzersiz yapılması önerilmiştir. Et tüketimi haftada en fazla 500 gram olmalı, özellikle kırmızı et tüketimi dikkatle sınırlandırılmalıdır. Meyve ve sebze tüketimi artırılmalı, gazlı içecekler ve enerji içecekleri gibi yüksek şeker içeren içecekler azaltılmalı ve haftada orta düzeyde alkol alımı altı birimi geçmemelidir.
Tüp bebek tedavisi gören ve obez olmayan kadınlar (VKİ < 30 kg/m²) ile yapılan bir çalışmada, alışılmış diyet ve yaşam tarzının doğurganlık sonuçları üzerindeki etkisi değerlendirilmiştir. Akdeniz diyeti (MedDiet) skoru kullanılarak, gıda sıklığı anketi değerlendirilmiştir. MedDiet skoru, diyete uyumun fazla olduğunu gösteren yüksek puanlarla belirlenmiştir. Daha yüksek MedDiet skoruna sahip kadınların klinik gebelik oranları, düşük skora sahip olanlara kıyasla daha yüksek bulunmuştur. 35 yaş altı kadınlarda, MedDiet skorundaki beş puanlık artışın, klinik gebelik ve canlı doğum olasılığını yaklaşık 2,7 kat artırdığı görülmüştür.
Sonuç olarak, Akdeniz diyetine uyum sağlanmasının, üreme
tedavisi sürecine olumlu katkılar sağlayabileceği ifade edilmektedir.
Antioksidanların Doğurganlık Üzerine Etkisi
Kadınlarda yeterli antioksidan alımının doğurganlığı
artırabileceği de belirlenmiştir. Anti-Müllerian hormon değeri düşük olan
kadınlar ile sağlıklı kadınlar arasında yapılan bir çalışmada, beslenmedeki
diyet antioksidan indeksi (DAI) hesaplanmıştır. DAI, beslenmedeki genel
antioksidan bileşenleri (A, C, E vitaminleri ve çinko, selenyum, magnezyum gibi
mineraller) ölçmek için kullanılan bir belirteçtir. İnfertil kadınların kontrol
grubuna kıyasla potasyum, magnezyum, bakır, C vitamini ve lif alımı düşük,
kolesterol alımı ise yüksek bulunmuştur. DAI'nın infertilite ile negatif
ilişkili olduğu tespit edilmiştir.
Besin Öğelerinin İnfertilite Üzerindeki Etkileri
Besin öğeleri, üreme sağlığı üzerinde önemli bir etkiye
sahiptir. Makrobesinler ve mikrobesinler, üreme fonksiyonlarını destekler ve
infertilite riskini azaltabilir.
Kısırlık Tedavisinde Vitamin ve Minerallerin Yeri
İnfertil bireylerde bazı mikro besin öğelerinin (vitaminler
ve mineraller) kandaki seviyelerinin düşük olması, bu besin öğelerinin doğurganlık
üzerindeki etkilerini inceleme gerekliliğini ortaya koymuştur. Normal sperm
fonksiyonu ve üretimi için gerekli olan kalsiyum (Ca), bakır (Cu), manganez
(Mn), magnezyum (Mg), çinko (Zn) ve selenyum (Se) gibi birçok mineral üreme
sağlığı için önemlidir. Kalsiyum eksikliğinin sperm fonksiyon bozukluklarıyla
ilişkili olduğu, hücresel ve moleküler mekanizmalar tam olarak bilinmemekle
birlikte, spermin olgunlaşmasında ve hareketinde sorunlara yol açtığı
düşünülmektedir.
Sodyum ve Potasyum Seviyeleri Sperm Fonksiyonunu Etkiliyor
Sodyum (Na) ve potasyum (K) da normal sperm fonksiyonu için
çok önemlidir. Bazı çalışmalarda, menideki sodyum ve potasyum seviyelerinin,
semen kalitesiyle (sperm sağlığı) anlamlı bir ilişkisi olduğu belirtilmiştir.
Potasyum seviyesinin düşüklüğünün, anormal testosteron (erkeklik hormonu)
düzeyleriyle ilişkili olabileceği ve bu durumun spermin üretimini ve kalitesini
olumsuz etkileyebileceği ifade edilmiştir. Sodyum eksikliği, spermin yumurtaya
ulaşmasını sağlayan akrozom reaksiyonu ile ilgili sorunlara yol açabilir.
Demir ve Doğurganlık Üzerine Etkisi
Gebelik sırasında eser elementlerin (örneğin demir, çinko,
selenyum) alımına ve bunun gebelik sonuçlarına etkisine odaklanan birçok
çalışma olmasına rağmen, gebelik öncesi dönem pek dikkate alınmamıştır. Demir
(Fe) alımının kadın doğurganlığına etkisi üzerine yapılan az sayıda çalışma
bulunmaktadır. Ancak, demirin besinler veya takviyeler yoluyla artan alımının,
yumurtalık fonksiyonlarını ve doğurganlık seviyelerini artırabileceği belirtilmektedir.
Fazla demir alımı ise kadın doğurganlığına zarar verebilir, hormon üretiminde
bozulmalara yol açabilir.
Pentoksifilin ve Çinko Tedavisinin Erkek Spermi Üzerine Olumlu Etkisi
İdiyopatik (nedeni bilinmeyen) infertilitesi olan erkeklerde, sperm hareketliliğini artırmak için pentoksifilin ve çinkonun birlikte uygulanmasının etkisi araştırılmıştır. Çalışmada, bu iki maddenin kombinasyonunun sperm morfolojisi (şekli) ve üreme hormonlarını iyileştirdiği, DNA hasarını azalttığı bulunmuştur. Bu nedenle, pentoksifilin tedavisine çinkonun da eklenmesi önerilmektedir.
Magnezyum Seviyelerinin Normalleşmesi Tüp Bebek Tedavisinin Başarı Şansını Arttıyor
Magnezyum (Mg), spermin hareketliliği ve erkek doğurganlığı
için önemli bir rol oynar. Prostat bezinde bulunan bu mineralin azalmış
seviyeleri, infertilite ile ilişkilendirilmiştir. İnfertil kadınlarda,
magnezyum takviyesi (600 mg/gün) ve selenyum (200 mcg/gün) ile yapılan
çalışmalar, kırmızı kan hücrelerindeki magnezyum seviyelerinin normalleşmesi
ile gebelik oranlarının arttığını ve sağlıklı bebeklerin doğduğunu
göstermiştir.
Folat ve B12 Vitamini Seviyeleri ve Tüp Bebek Tedavisi
Üreme çağındaki kadınların kanındaki ortalama mikro besin
seviyeleri hakkında çok az veri bulunmaktadır. Tüp bebek tedavisi öncesinde
yapılan bir çalışmada, kadınların serum folat (B9 vitamini), B12 vitamini, A
vitamini, E vitamini, demir ve ferritin (vücutta demir depolayan protein)
seviyeleri incelenmiştir. A vitamini, E
vitamini, demir ve ferritin seviyeleri büyük çoğunlukla uygun bulunurken, folat
ve B12 vitamini seviyelerinin yetersiz olduğu tespit edilmiştir.
Selenyum Desteği Sperm Kalitesi Üzerine Etkisi ve Tüp Bebek Tedavisindeki Yeri
Selenyum (Se), erkeklerde sağlıklı üreme fonksiyonlarının korunmasında önemli bir rol oynamaktadır. Kadınlarda ise selenyumun yeterli alımının, folikül (yumurta hücresi) büyümesi ve olgunlaşmasında yarar sağladığı belirtilmiştir.
Erkek doğurganlığı üzerine yapılan çalışmalarda, selenyum
desteğinin (200 μg/gün) sperm kalitesini artırdığı ve sperm hareketliliğini
iyileştirdiği bulunmuştur. Ayrıca, E ve C vitaminlerinin sperm kalitesine
olumlu etkileri olduğu, sperm konsantrasyonu ve morfolojisini geliştirdiği
tespit edilmiştir.
Çinko ve Tüp Bebek Tedavisi
Çinko seviyelerinin tüp bebek tedavisi sonuçlarına etkisini araştıran çalışmalar, çinko seviyelerinin yüksek olduğu kadınların daha yüksek başarı oranlarına sahip olduğunu göstermiştir.
D Vitamini ve Tüp Bebek Tedavisi
D vitamini seviyelerinin de doğurganlık sonuçları üzerinde önemli bir etkisi olduğu belirtilmiştir. D vitamini eksikliği olan kadınlarda tüp bebek tedavisi başarı oranlarının daha düşük olduğu bulunmuştur.
Beslenmenin İnfertilite (Kısırlık) Üzerine Etkilerini Özetlersek;
Makrobesinler ve
İnfertilite (Kısırlık)
Makrobesinler, proteinler, karbonhidratlar ve yağlar gibi
büyük miktarlarda tüketilmesi gereken besin öğeleridir. Proteinlerin, özellikle
bitkisel kaynaklı proteinlerin tüketimi, üreme sağlığını desteklerken,
sağlıksız yağların ve rafine karbonhidratların tüketimi infertilite riskini
artırabilir. Özellikle, tam tahıllar, tekli doymamış ve çoklu doymamış yağlar,
sebzeler ve meyveler açısından zengin bir diyetin infertilite riskini azalttığı
gösterilmiştir.
Mikrobesinler ve
İnfertilite (Kısırlık)
Mikrobesinler, vitaminler ve mineraller gibi küçük
miktarlarda gerekli olan besin öğeleridir. Özellikle C vitamini, E vitamini,
çinko, selenyum ve folik asit gibi mikrobesinler, üreme sağlığı üzerinde olumlu
etkilere sahiptir. Bu besin öğelerinin yetersizliği, infertilite riskini
artırabilir. Örneğin, çinko ve selenyum eksikliklerinin sperm kalitesini
olumsuz etkilediği ve kadınlarda ovulasyon problemlerine yol açtığı
bilinmektedir.
Antioksidanlar ve İnfertilite (Kısırlık)
Antioksidanlar, serbest radikallerin vücutta neden olduğu
hasarı azaltarak hücre sağlığını korur. Üreme sağlığı açısından da
antioksidanlar büyük önem taşır. Vitamin C, vitamin E, selenyum ve çinko gibi
antioksidanlar, sperm ve yumurta kalitesini artırabilir, oksidatif stresi
azaltarak infertilite riskini düşürebilir. Antioksidanlar ayrıca DNA hasarını
önler, bu da embriyo kalitesini ve gebelik başarısını artırabilir. Özellikle,
selenyum ve çinkonun yeterli düzeyde alınması, sperm motilitesini ve
morfolojisini iyileştirir, kadınlarda ise folikül gelişimini destekler.
Kahve Tüketimi (Kafein) ve İnfertilite (Kısırlık) İlişkisi
Kafein tüketiminin üreme sağlığı üzerindeki etkileri
konusunda çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Günlük yüksek miktarda kafein
tüketimi, kadınlarda adet döngüsünü ve ovulasyonu etkileyebilir, erkeklerde ise
sperm kalitesini düşürebilir. Ancak, orta düzeyde kafein tüketiminin
infertilite üzerinde belirgin bir olumsuz etkisi olup olmadığı konusunda
bilimsel kanıtlar sınırlıdır. Bazı araştırmalar, yüksek kafein alımının düşük
riskini artırabileceğini öne sürmektedir.
Alkol ve İnfertilite (Kısırlık) İlişkisi
Alkol tüketimi, hem kadın hem de erkek üreme sağlığı
üzerinde olumsuz etkilere sahip olabilir. Kadınlarda aşırı alkol tüketimi adet
düzensizliklerine, ovulasyon sorunlarına ve düşük riskinin artmasına neden
olabilir. Erkeklerde ise alkol tüketimi sperm kalitesini, sayısını ve
hareketliliğini azaltabilir. Alkolün üreme sağlığı üzerindeki bu olumsuz
etkileri, infertilite riskini artırabilir. Yapılan araştırmalar, yüksek alkol
tüketiminin IVF başarısını olumsuz etkilediğini göstermektedir.
Sigara ve İnfertilite (Kısırlık) İlişkisi
Sigara içmenin üreme sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri iyi bilinmektedir. Kadınlarda sigara içimi yumurtalık rezervini azaltabilir, erken menopoz riskini artırabilir ve tüp bebek tedavisinin başarısını düşürebilir. Erkeklerde ise sigara içimi sperm sayısını ve hareketliliğini azaltabilir, sperm DNA'sına zarar verebilir. Bu nedenlerle, sigara kullanımı infertilite riskini önemli ölçüde artırır. Sigara içen kadınlarda, IVF tedavisi sonrası gebelik ve canlı doğum oranlarının daha düşük olduğu belirlenmiştir.
Kilo ve İnfertilite (Kısırlık) İlişkisi
Vücut kitle indeksi (BKİ), üreme sağlığı üzerinde önemli bir
etkiye sahiptir. Hem aşırı kilolu hem de
düşük kilolu bireylerde infertilite (Kısırlık) riski yüksektir. Obezite,
kadınlarda hormonal dengesizliklere, ovulasyon sorunlarına ve düşük riskinin
artmasına neden olabilir. Erkeklerde ise obezite sperm kalitesini düşürebilir
ve hormonal dengesizliklere yol açabilir. Düşük kilolu bireylerde ise yetersiz
beslenme üreme sağlığını olumsuz etkileyebilir. Optimal BKİ, üreme sağlığını
destekler ve infertilite riskini azaltır. Yapılan çalışmalar, obez kadınlarda
IVF başarı oranlarının daha düşük olduğunu ve gebelik kaybı riskinin arttığını
göstermektedir.
Beslenme ve İnfertilite (Kısırlık) Üzerine Yapılan Araştırmalara Göre;
Beslenme, infertilite tedavisinde önemli bir rol oynar. Sağlıklı bir diyet, üreme sağlığını destekler ve tedavi sürecini olumlu yönde etkiler. Özellikle Akdeniz diyeti gibi sağlıklı beslenme modelleri, tüp bebek tedavisi (IVF) gibi yardımcı üreme teknolojilerinin başarısını artırabilir. Akdeniz diyeti, antioksidanlar, tekli doymamış yağlar ve bitkisel proteinler açısından zengindir. Ayrıca, beslenme yoluyla alınan vitamin ve minerallerin eksikliklerinin giderilmesi, üreme fonksiyonlarını iyileştirir .
İnfertilite (Kısırlık) tedavisinde beslenme değişiklikleri önemli bir yer tutmaktadır. Sağlıklı ve dengeli bir diyet, tedavi sürecini destekler ve başarı şansını artırır. Örneğin, tam tahıllar, sağlıklı yağlar, sebzeler ve meyveler açısından zengin bir diyet, üreme sağlığını olumlu yönde etkiler. Ayrıca, rafine şekerler ve doymuş yağlar gibi sağlıksız besinlerin tüketiminin azaltılması, üreme fonksiyonlarını iyileştirebilir. Akdeniz diyetinin yanı sıra, bitkisel proteinlerin, tam yağlı süt ürünlerinin ve folik asit açısından zengin gıdaların tüketimi, doğurganlık diyetinin bir parçası olarak önerilmektedir .
Beslenme ve infertilite arasındaki ilişki üzerine yapılan araştırmalar, çeşitli diyetlerin ve besin öğelerinin üreme sağlığı üzerindeki etkilerini incelemiştir. Örneğin, Akdeniz diyeti, antioksidan açısından zengin gıdalar ve sağlıklı yağlar içermesi nedeniyle infertilite tedavisinde olumlu sonuçlar göstermiştir. Yapılan çalışmalarda, Akdeniz diyetine uygun beslenmenin IVF başarısını artırdığı ve gebelik oranlarını yükselttiği gözlemlenmiştir. Ayrıca, besin öğelerinin (örneğin, folik asit, çinko, selenyum) yeterli alımının hem erkek hem de kadın üreme sağlığını iyileştirdiği ve infertilite riskini azalttığı belirlenmiştir .
Yine, yüksek oranda fast food ve işlenmiş gıda tüketiminin
üreme sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olduğu tespit edilmiştir. Yapılan bir
çalışmada, haftada dört kez veya daha fazla fast food tüketen kadınların, daha
az fast food tüketen kadınlara kıyasla daha uzun sürede gebe kaldıkları
belirlenmiştir. Bu bulgular, beslenme alışkanlıklarının infertilite üzerinde
önemli bir rol oynadığını ve sağlıklı beslenmenin üreme sağlığını
desteklediğini göstermektedir .
Vitamin ve Mineral Takviyelerinin Tüp Bebek Tedavisine Katkısı Var Mı?
İnfertilite (Kısırlık) tanısı almış çiftlerde, hangi
sebepten dolayı olursa olsun, beslenme tedavisi ve yaşam tarzı değişikliklerinin,
vitamin ve mineral takviyelerinin tedavideki etkinliğini artırdığına dair güçlü
kanıtlar bulunmaktadır. Vücut kitle indeksinin (VKİ) 30'un altında olması,
beslenme tedavisinin önemini vurgulamaktadır. Antioksidanlar açısından zengin
besinlerin ve belirli vitamin ve minerallerin yeterli alımının, eksiklik
durumunda multivitamin takviyesi yapılmasının tedavide olumlu sonuçlar verdiği
görülmüştür.
Akdeniz Diyeti Tüp Bebek Tedavisinde Başarı Şansını Arttıran Bir Diyettir Ama…
Belirli besinlerin tüketilmesi veya Akdeniz diyeti gibi sağlıklı beslenme modellerinin takip edilmesinin tüp bebek (IVF) tedavisi sonrası başarı şansını artırdığı gösterilmiştir. Ancak, coğrafi farklılıklar, bireysel tercihler, kültürel inançlar ve yerel bulunabilirlik gibi faktörler bu tür beslenme seçimlerini etkileyebilir. Bu nedenle, beslenme düzenlemeleri ve olası değişiklikler bireye özgü bir yaklaşımla değerlendirilmelidir.
Ayrıca, mikro besin öğelerinin (vitaminler ve mineraller) kullanım dozları yapılan çalışmalarda farklılık göstermektedir ve bu dozlar hakkında kesin ve güvenilir veriler henüz mevcut değildir. Vücutta depolanabilen mikro besin öğelerini içeren takviyelerin kontrolsüz kullanımı konusunda dikkatli olunmalıdır.
Çiftler, yardımcı üreme teknolojileri hakkında danışmanlık alırken, obezitenin sınıflandırılması ve obezitenin tedavi döngülerindeki potansiyel etkileri hakkında detaylı bilgi sahibi olmalı ve danışmanlık aldıkları tüp bebek uzmanı hekim tarafından da bilgilendirilmelidir. Ek olarak çiftlere beslenme değişiklikleri, fiziksel aktivite, tütün kullanımı, alkol tüketimi ve stres gibi sürdürülebilir yaşam tarzı değişiklikleri hakkında da bilgi verilmeli ve bu değişikliklerin tedaviyi nasıl etkileyebileceği açıklanmalıdır.